21 Şubat 2016 Pazar

KARICIĞIM BANA EROİN KOYA

Karıcığım Bana Eroin Koya


rabbim şimdi bir polisi tutuklar gibi değişik bir hayvan tıkanıyor göğüslerimde menşei cam çocukların haysiyetiyle pasiflora anlamında tiren koşayım
koşayım filmlerin adı bu olsun şehre laciverd bir ceket gibi yakışsın yağmur rabbim gör rabbim duy rabbim bağışla rabbim kızın annesi bankada memur
sol yanlarım cumartesi küle çalışsın mason teşkilatlara çapsın bisiklet titreyeyim muştalara sapayım kopkor rabbim kız okula geliyor, yaşasın cumhuriyet!
işte yeniden gür bir kapsül sürçsün eşikte al sakallı bir kelebek başlasın bitsin bu kestiğim sn kardeşim surları kesin hayır judas düğünüme gelmeyeceksin!
semerkandı denetleyen bir dedektif mor yar göğsüne salmadığım şu pürüz sicim sakis dahi peşindedir bir kur’an’ım vor eh onu da siyah kotumla giyeyim rabbim!
rabbim o tarz bir tiyatro gelsin bu şehre haddinden fazla mermi küvezden seksin rabbim rabbim ben de sordum sarı çiçeğe ah beni de şu direğe bağlayın gitsin!
işteşimdi kör bir masat yorumluyorum ham meçlere seyrediyor gözbebeklerim öğrettiğin trenlerle baştan çıkayım lübabeyim lübabesin lübabe rabbim!

Ah Muhsin Ünlü

19 Şubat 2016 Cuma

AÇSAM RÜZGARA

Açsam Rüzgara


Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş Mavilerde sefer etmek! Bir sahilden çözülüp gitmek Düşünceler gibi başıboş. Açsam rüzgara yelkenimi; Dolaşsam ben de deniz deniz Ve bir sabah vakti, kimsesiz Bir limanda bulsam kendimi. Bir limanda, büyük ve beyaz... Mercan adalarda bir liman.. Beyaz bulutların ardından Gelse altın ışıklı bir yaz. Doldursa içimi orada Baygın kokusu iğdelerin. Bilmese tadını kederin Bu her alemden uzak ada. Konsa rüya dolu köşkümün Çiçekli dalına serçeler. Renklerle çözülse geceler, Nar bahçelerinde geçse gün. Her gün aheste mavnaların Görsem açıktan geçişini Ve her akşam dizilişini Ufukta mermer adaların. Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş, İller, göller, kıtalar aşmak. Ne hoş deniz deniz dolaşmak Düşünceler gibi başıboş. Versem kendimi bütün bütün Bir yelkenli olup engine; Kansam bir an güzelliğine Kuşlar gibi serseri ömrün.

Orhan Veli KANIK

AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİ

Aşkta Yarın Yoktur Sevgili


Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar Bu yolculukta artık para, tarifeler Beklentiler, randevular, taksitler, iş, Anneler ve korkular yoktur Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili. İnsan başka bir ışığa teslim olur, Daha derinden anlamaya başlar, bilgeleşir Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur Hem dışındadır dünyanın, hem de tam ortasında. Hindistan'da Ganj Nehri'nin yakılan Yoksun adamın hissettikleri de onunladır, Yitirdikleri de... New York'ta, bir sokakta, Kartondan kulübesinde yaşayan kadının Çıplak yalnızlığı da Her şey onunladır, ona emanettir sanki, Ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de... Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, Kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla Hiçbir kitabın yazamadığı hakikatlere daha yakınızdır, İnan... Kim demiştir hatırlamıyorum, Aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, O yoğun aşık olduğum yıllarda, Gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla Bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, İnsanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan O derin sancının acısına ortak olsunlar diye... Aşk çok eski bir şeydir sevgili Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, Hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya... İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır Kimselere veremez sevgisini, Kimselere derdini anlatamaz, evlere kapanır... Bazen denizler kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, Oysa Çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup Vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devrilir başka insanlara... Bir insanın yaptığı bir hatanın Tüm insanlara yayılması gibi... İşte şimdi biz de sevgili, Ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp, Soluğu evlerde alacağız, Ya da denizler, kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının korkularını taşıyorsak, Başkaları da bizim korkularımızı taşıyacak, Yenilgimizi, umutsuzluğumuzu... Birazdan sabah olacak... Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, İş, anneler ve korkular başlayacak... Bunlar varsa bizim için geçerliyse Aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım... Hadi güne hazırlan, Yaşadıklarımızı unutmaya çalış Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, Sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, O yaban ağrısını geri alacak Bunlar olurken içimiz bir an Üşüyecek, Sonra geçecek... Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak... Aşkta yarın yoktur sevgili.

Cezmi ERSÖZ

KADINCIĞIM

Kadıncığım


oyluk kemiğimi çıkarıp kendime bir kadıncık yaptım ve bir şamar vurup rafa oturttum ben evden çıkınca kadıncığım yemeklerimi pişirdi söküklerimi dikti ve akşam olunca korkusundan çıkıp rafa oturdu geceleri kadıncığımın dizlerine korum başımı ve üç kıl koparınca uyurum

Asaf Halet ÇELEBİ

ŞİİR TANRISINA YAKARIŞ


Şiir Tanrısına Yakarış


Bağışla unutmuşsam, unuttum sanma yine de; Yalnız ve kimsesiz bir salkım söğüt bozkırda ve solgun suları durgun bir deniz gibiyim şimdi; saçlarımı dağıtmakta şafağın tatlı eli. Haydi çöz şu kelepçeyi, bu dağı bilirim ben: Pınarlar akar, sessizce; tanırım bu ormanı, bilirim keçi yollarını her otu, her ağacı, her dereyi; duyulan, kuş sesleridir; bırak da dalıp gideyim sonsuz kıra yaşlı ruhum, gövdemle. Ya da çöz dilimin bağını duysun çığlığımı dünya!

Ali PÜSKÜLLÜOĞLU

16 Şubat 2016 Salı

KÖTÜ NOKTA

Kötü Nokta


seni öpüyorum ilk kayısıyı koparır gibi dalından sabah serinliğinde ürperiyorum sonra yeniden öpüyorum yeniden ürperiyorum ve bakıyorum çoktan gelip geçmiş kayısı mevsimi uzaklarda yaprak döküyor uzandığım dal resmini yapsam diyorum o ürpertinin şarkılara döksem diyorum o ürpertiyi kış geçsin, çiçeklensin, yeniden kayısıya dursun ağacım ak gemilerle dönsün uzaklardan beklediklerim sarılara koştukça elim çıldırıyorum fırtınalar getiriyor belalı yaşım siz yoksunuz artık ey kaçmalarımın sıradağları son yavrusunu çoktan doğurdu ardına düştüğüm geyik gittigider kulaçlarım hırçın sularında nehirlerin kaldım kitaplar mezarlığında siz yoksunuz artık ey göçmen bakışlı sabahlarım silahlarım can çekişiyor akşam alacasında bu uzun yağmurlarda ayvalar şimdi büyütüyor geçen yazdan sülün bir aşkı korkuyorum sessiz ayrılıklardan korkuyorum bu sarı yağmurlardan kucaklarında kış meyvalarıyla bu kadınlar korkutuyor beni, bu bir ayrılık dallarda unutulmuş vişnelerin mor yalnızlığı

Hasan Hüseyin KORKMAZGİL

AKŞAM EZGİLERİ

Akşam Ezgileri



Akşamın binbir rengi Deli bir tekne olur yüreğimde Nerede gül beyazı balıklarım Deli bir tekne olur yüreğimde Bütün yaşadıklarım Ve bütün yaşamadıklarım Alır başını açılır Kuşlar gibi ne varsa içimde Yasalarını bile duymadığım Alır götürür beni Adını ve yerini bilmediğim Uzaklara bırakır Bir akşam vakti sana sarılışım Deli bir tekne olur yüreğimde Haydi gidiyoruz der Derken buluşur dudaklarımız Birden papatyalar açar içimde


Afşar TİMUÇİN

14 Şubat 2016 Pazar

KADIN

Kadın



Kalıp değil bir fikir...
Elmas sorğuçlu fakir;
Açıkta sırrı bakir;
                             Kadın...

Çölde kaçan bir serap;
Yönü kementli mihrap...
Madeni som ıstırap;
                             Kadın...

Dipsiz hasrete tuzak;
En yakınken en uzak...
Tadı zehrinde erzak;
                              Kadın...

Bir işaret, bir misal;
Ayrılık remzi visal...
Allah'a yol timsal;
                              Kadın...


Necip Fazıl KISAKÜREK

SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine


Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da 
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir toz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Şuna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni safaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

Sezai Karakoç

11 Şubat 2016 Perşembe

BU ŞİİR ONDAN UTANIYOR

Bu Şiir Ondan Utanıyor

Bu ne güzel koku böyle, bu ne güzel koku. Gül bahçesinden yoksa gelen o mu? Gece mi bu gelen, misk mi bu, amber mi bu? Bu ne güzel koku böyle, bu ne güzel koku. O pazardan tezcecik yoksa o mu geliyor, yoksa güzelimiz geri mi geliyor ne?
Bu nasıl yüz böyle, bu nasıl ışık? Bu nasıl ay böyle, bu nasıl güneş? Mağradan mı çıktı, dağdan mı iniyor, o yalnızlığın adamı, o dost?
Boş yere arama şarap testisini sen. Koklama onun ağzını sen boş yere. Şu meyhaneciden mi geliyor sandın onu; dostum, onu sen kendin gibi belleme.
Yolda o yapayalnızsa ne olur? Başında sarık yoksa ne çıkar? Ne bundan güneşe bir leke olur, ne ayın gösterişine zarar.
Bu gece uyuma dostum, uyuma. Bir kolayına getir onu bul. Sarhoşlar meclisine hep böyle geceleyin gelir o. Bu gece uyuma dostum, uyuma.
Biz duvara asılı duran resimleriz. Bizi yapan ressamın varlık şavkı duvarın üzerine bir vurdumu, bakarsın o anda canlanıvermiş, kımıldanmışız Onun selvi boyu bir göründü mü, bakarsın dünya güllük gülistanlık. Kalktı bir salındı, kendinibir gösterdi mi. bakarsın kıyamet koptu gitti.
Bakarsın Calinus gibi hastalar ülkesindendir o. Bakarsın hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.
Sustum artık ben, sustum artık Bu şiir utanıyor ondan.

MEVLANA

Serdar Tuncer yorumu ile..

GELİNLİK KIZIN ÖLÜMÜ

Gelinlik Kızın Ölümü

sela verilirken kalktık kahveden, cumaydı, yılın en beklemiş günü, yemeni gibi üstünde tabutun, gölge veren ağaçsız bir gökyüzü. kızın babası yanımızda, boyunuzun, zayıf, ağzında mırıltılar, on köylü, iki subay bir tezkereci er, sıralandık ahşap mescidin avlusunda, namaz kılmadı adam, ağlamıyordu da, alnı bir uzun sabrın kabaran gelgiti, sürgün duvarı bekleyişin, dünyaya çok yakın bir gece gibi, aldık cenazeyi sarsmadan, iğreti ve hafif, gözlerimiz yerde, kayıp bir tayın izini süreriz sanki, kapılarda başları çatkılı kadınlar, sallanıyorlardı sisli giysilerinde, yüklüğe saklanmış çevreler gibi soluk, bölünmüş gibi yılın en katı ekmeği, imece sofrasında hıçkırığın, kim bilir kaç ölümden kalma saçı gibi, susmuştu çekirgelerin kabuğu, toprak kumruları güneşin, ve köpeklerin yediği kemiksiz sabah, susmuştu göğün sarnıcı, boş, cemaat yürüyordu kablumbağa gibi, mezalığa doğru yüzyılda, sarı sabırların yanından, acelesiz, ayrık otu yolmaya gidiyor sanırsın, davul vurmaya, ay tutulmuş, tarladaki yarılmış toprağı görmeye, susuzluğun kirli rengini, ayıbını, dağa taşa vurmuş açlığı, dayanan dayanır, yağsız bulgular ve ahlat, gençleri alır ölüm ilk ağızda, sabah yıldızının uğrağı, böğürtlensiz mezarlığa vardığımızda, bir melek lale sümbül dikiyordu, lalelerden birini aldı adam, girdi kızının mezarına, sarıldı, öptü, bıraktı laleyi sonra, kefenin üstüne, uykusuz. yedi çocuğu gömülüymüş, söylediler, bizi aç bırakan bu toprak açlıktan ölenlerle beslenir dediler, dönüşün bir kişi omuzladı tabutu, toz toprak içinde vardık kahveye, yaşlı adam doğru çeşmeye gitti, elini yüzünü yıkadı konuşarak kendi kendine duasız, bir tanrı gibi.

Melih Cevdet ANDAY

CANAN YURDU

Canan Yurdu

Eyvah! sevgilinin yurdu ıssız kalmış Ayak bastığı heryer kırgın bir mezar olmuş İçindeki ahenk uçmuş da Ses seda kalmamış yuvada Yer yer gömülü durur emeller Sanki kıyamet gününü beklerler... Ya rab! niye böyle bir yığın toprak Olmuş yatıyor o temiz saha? Ya rab! niçin o parıltı ortada yok? Ya rab! niçin uzayıp gitmekte bu gölge? Ya rab! sevgilinin yuvası üzerine Gerilmiş bu kat kat aydınlık perdesinin anlamı ne?

Mehmet Akif ERSOY

AMENNA

Amenna

Yaşayanlar bir gün ölür elbette Ağaçlarla, balıklarla Kuşlarla ben amenna Ağlayanlar bir gün güler elbette Uyanmakla, Anlamakla Bilmekle ben amenna Kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette Direnmekle, kurtulmakla Barışla ben amenna Öyle bir yerdeyim ki Ne karanfil, ne kurbağa Öyle bir yerdeyim ki Bir yanım mavi yosun Dalgalanır sularda Bir yanım çocuk parkı çığlık çığlığa Öyle bir yerdeyim ki Anam gider allah allah Dölüm düşmüş sokağa Dostum dostum güzel dostum Bu ne beter çizgidir bu Bu ne çıldırtan denge Yaprak döker bir yanımız Bir yanımız bahar bahçe

Hasan Hüseyin KORKMAZGİL

Bu güzel eseri Ahmet Kaya'nın yorumuyla dinlemenizi tavsiye ederiz.

ÖYLE

Öyle

Sanma ki Sana baktığımda Aklımdan aşklar gelip geçiyor... Sana bakınca Kendimi soyut bir aynada Seyrediyor gibiyim... Nasıl ki / Karşılıklı iki ayna Çoğalıp gider / Öyle... Sırtımda bir şüphe küfesi Sürüyorum... Tam ıssızlığımın kavşağına gelince Sanma ki aklımdan Aşklar geçiyor. Kendimi kendimden sıyırıp Sarılıp / Doyasıya öpmek istiyorum Nasıl ki karşılıklı iki ayna Çoğalıp gider Öyle...

Fikret KIZILOK

BEKLEYEN KADININ GÜNÜ

Bekleyen Kadının Günü

Kadınım saçlarını tarar aynada, Benim parmaklarım değmişçesine. Bahçeye çıkıp şarkı söyler içinden Sesinden sesim geçmişçesine. Güneşin kızarttığı kayısılar gibi Aklından ben geçerim güneşlenirken, Kızarır al al olur ben öpmüşçesine. Eğilmiş dikiş diker, gömleğimin düğmesi Hayal eder beni, birden ürperir İnce bir sızı duyar iğne batmışçasına. Çocuğunu göğsüne bastırdığında Erkekliğim geçer ta iliğinden Benimle uzanıp yatmışçasına. Bir sabah ayrıldım bir akşam kavuştum -Ah, olgun dutlar gibi ballanmış gözlerinde- saatlerin biriktirdiği o tatlı özlem sanki uzak denizlerden dönüyorum, karşılar, beni yıllarca beklemişçesine.

Ceyhun Atuf KANSU

8 Şubat 2016 Pazartesi

KUŞEYRI'DEN AŞKIN TANIMI


Aşk, sevgilinin cemalini görme heyecanı ve sonsuzluğu içinde bulunan kimsenin kalbinin galeyan etmesi ve coşmasıdır. Aşk, aşığın, sevgilisinin ismini ve zikrini kalbinden bir an bile ayırmamasıdır. Aşk, aşığın maşukla birlikte olmasıdır. Aşk, hayatın özüdür. Aşk, kalpte sevgilinin sevgisinden başka bir şeye yer vermemesidir.

Kuşeyrî

6 Şubat 2016 Cumartesi

İSTANBUL'A KAR YAĞIYORDU

İstanbul'a Kar Yağıyordu

Yetmişdokuzun kışıydı Sertti, soğuktu İstanbul'a kar yağıyordu Kömür yanıyordu sobalarda Geceleri polisler, bekçiler oluyordu Bir de biz oluyorduk Ölümüne üşüyorduk ha, Yalan yok, polisler de üşüyordu Onaltı yaşındaydım Herşeyi bükecek bileğim vardı Onaltı yaşındaydım Aslan gibi ortadaydım Gündüzleri, okulda coğrafya defterimin arkasına Senin için şiirler Geceleri duvarlara ülkemi kurtarmak için Kahrolsun yazacak kadar adamdım Onaltı yaşındaydım Ne senin haberin oluyordu şiirlerimden Ne de birileri kahroluyordu Mahalle duvarlarına çiziktirdiğim harflerimden Onaltı yaşındaydım Yalan yok Ben yazmaya böyle başladım Coğrafya defterim bir eskiciye kurban gitti Duvarlarına yüreğimi bağırdığım o evler birer birer Yıkıldı gitti Şimdi güzel kağıtlara yazıyorum Kocaman laflar ediyorum Marşlar biliyordum Kitaplar okuyordum Koşarak ve ıslanmadan geçiyordum sulardan İstanbul'u seviyordum Seni seviyordum Dualar öğreniyordum Meydanlarda toplanıp bağırıyordum Herkes gibiydim Herkes kadar cesur Herkes kadar korkak Herkes kadar filinta delikanlı Ve herkes kadar buralı Yetmişdokuzun kışıydı Sertti soğuktu İstanbul'a kar yağıyordu Ağzımızdan dumanlar çıkıyordu konuşurken Haliç'in arkasında toplanıyorduk Gece adamı içine çekiyordu Biz geceyi içimize çekiyorduk En güzel ben yazıyordum duvarlara yazıları Herkes beni seviyordu En güzel şiirleri de ben yazıyordum oysa Coğrafya defterimin arkasına Bunu kimse bilmiyordu Sizin evin duvarına "kahrolsun" diye yazıyordum Ve hızla kaçıyordum Sizin evin duvarına birkez olsun "Seni seviyorum" diye yazamadım O zaman duvarlara öyle şeyler yazılmıyordu Dedim ya Yetmişdokuzun kışıydı Sertti soğuktu İstanbul'a kar yağıyordu

İbrahim SADRİ

FAYTON

Fayton

O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey İncecik melankolisiymiş yalnızlığının İntihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam Caddelerinden ölümler aşkı pera'nın Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam Çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş Tüllere sarılı mor bir Karadağ tabancasıyla Zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekanda Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç bilemem İntihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte Cezayir menekşelerini seçip satan alışından olabilir mi ablamın

Ece AYHAN

5 Şubat 2016 Cuma

KALBİMİN EN DOĞUSUNDA

Kalbimin En Doğusunda


Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda İçimde yağmur duasına çıkmış birkaç köy Birkaç köy sular altında. Kalbimin doğusu, Her resme güneş çizen bir çocuktu. Gam yükünün kervanları yürürdü dudaklarımda Kavruk ve çatlaktı dudaklarımın toprakları. Ölümün ötesinde bir köy vardı Orda, uzakta, kalbimin en doğusunda Şimdi bana yalnızca Dertli türkülere duyduğum karşılıksız aşk kaldı.
Güzel beyaz bir tay doğururdu her sene hafızam Yorgundu oysa Durmadan, durmadan hatırlamaya koşmaktan.
Kalbimin doğusunda bir yalan dünya vardı. Okyanusları mavi olmayan. Benim için hayat, Kalbi kalpazanlıktan kırk sene yatmış çıkmış bir adamdı. Geçmişim acıyor şimdi, yalnız benim değil Benim ülkemin geçmişi de acıyor mesela. Bilirdim oysa ilk badem ağaçları çiçek açar baharda. Bilirdim çiçek satan çingene kızlarını Onlar bütün şimdileri, bütün zamanlara Bir gül parasına satardı. Oğlan kıza bir gül alsa Bilirdim odur en kırmızı zaman. Adına aşk diyorlardı Kalbimin en doğusunda bir yalan dünya vardı.
Kim bir şairi kırsa Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela Bilirim kim dokunsa şiire Eline bir kıymık saplanacak. Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman Yorgunum oysa Durmadan kendime bir tunç uyak aramaktan.
Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda Boş salıncaklar gibi gıcırdayarak konuştum karanlıkla Kediler gibi mırıldanarak. Alkolden bir denize bıraktım kalbimi Kırmızı bir sandal gibi, Arka sokaklarda sarhoş konuştum karanlıkla. Avuçlarımla konuştum, Allah büyüktür diyen insanlar gibi. Kedi dili bisküvilerinin bir pastayla konuşması gibi Yumuşak ve kremalı konuştum onunla. Baharda leylaklar açardı boynumda Mor ve pembe konuştum karanlıkla Gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim, Sözler vardı içimde işe yaramayan Sözlerle konuştum karanlıkla... Önce söz yoktu kalbimin en doğusunda Sözler... Bir yağlı urgandı acıyı boğmaya yarayan.

Didem MADAK

4 Şubat 2016 Perşembe

SUSKUNUM SANA

Suskunum Sana


Hangi şiire başlasam suskunum sana Dağ göğsünde bir kaya diliyle suskun Güneşte kavrulan bir kum tanesi Çatlayan dudaklarım oluyor her gece Yağmura suskun yaşamaya suskun Haykırabilsem Belki bir nehir köpürebilir sesimde Silinebilir kuraklığın bütün izleri Upuzun çöller vadileşebilir içimde Hangi güzelliği özlesem suskunum sana Yürek boşluğunda bir of kadar suskun Özlüyorum seni masmavi Koşuyorum sana bembeyaz Ve kahroluyorum bir anda kapkara Ah oluyorum Of oluyorum Ve susuyorum Oysa haykırabilsem Işık yumağı bir pınar olur soluğum Hangi türküye uzansam suskunum sana Ağıt ağıt, özlem özlem suskun Tut ki vurulmuşum Aşktan ve kandan bir damla olmuşum Bir saçlarının rüzgarına Bir de ağzının kıyılarına konmuşum Hangi dalga silebilir beni senden Hangi kasırga koparabilir Ben saç tellerinde bir ezgi olmuşum Coşkuların her şahlanışında Sana deprem deprem susmuşum Ve sana susmaktan inan ki yorulmuşum Yeter olsun gözlerinde ışık fırtınası Sözlerinde baskı yasası yeter Hangi kavgayı özlesem suskunum sana Zafer sabahlarında gece kadar Bayram sabahlarında yas kadar suskun Böyle güzelliklere de Böyle suskunluklara da lanet olsun Al bu suskunluğumu al artık Al ki Bütün gürültüler kahrolsun

Adnan YÜCEL

2 Şubat 2016 Salı

ANABASİS

Anabasis

Yürekler yenilmiş ve suskun, dönüşteler Bu bezgin yolculukta başlar eğik Orak mı tırpan mı elinde bir yaşlı adam, Bir yaşlı adam, en önde gider.

Ufku kapatmış bir dağ, sarp ve yola dik. Sen küçücük yüreğinle bu mâcerayı Hep şaşıyorum ki nasıl yaşadın? Ceylanlar vurulmuş, kurtlar nerde; Bu acımasız zamanda onlar da vurulmuş. İlerde yola bakan yüksek yerde, Kendini yırtıcı gösteren bir mazlum kuş, -Korkusundan olmalı bu gayreti- Yol yeşildi, bozkırlaşıyor şimdi, Taş ocakları ve delik deşik kayalar. Sen elimi tutma geriye koş, bekleyenlerin var. Sen bir kuşsun, kanatların Seni buradan uçursun. Eski dünyanın hayalini bana bırak, O benim gözlerimde dursun. Sen yüksel ve gerilerde Gölünü bulduğun zaman in. Bırak bu Dünya sana hain, Davransın, bu bedeldir, Bu bedelidir bir gül olmanın Ey! Kurbanlardan daha kurban çocuk Dönüşe geçme sen, dayan çocuk..

Seni de mi Ezel meclisinden Yazıya yabana saldılar. Öyleyse kaybolmana imkân mı var? Kurbanlığı kabul etme İsyan-çocuk.

Hüsrev HATEMİ


MIKNATISSIZ PUSULA

Mıknatıssız Pusula


ben sana düzenli olarak telefon ediyorum. adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum. hakiki cinayetler işleniyor görüyorum. isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum. ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
yüzyıl şilisinden bir jazz javulcusu inliyor tam arlarımda hiç durmadan kentli mağlup kıyasıya mağrur ve mor bir çocuğum şimdi pişman olmak için birbiriylebağlantılıyüzbinlerceyılım var.
seni sevmem bu savaşı kesintiye uğratmaz ama ordan bakma! bu, werther`in leş kanını gül kılar.
birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim otobüsler olacak, trenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.
gideceğim en eski öykümde devlet denen şirk yazacağım göz bebeklerimde kent gördükçe kırılan gıçlar, ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim bu çağın açısını dik tutacaklar.
bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim ufka bir bakın ordum akıp gidecek elimde çözülecek makina ve cinayet marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.
inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum. ipimden kurtulmuşum kaybediyorum. birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez tanklar tank olup geçiyor üstümüzden
helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara memleket sana rağmen ket vururken yarama şu çıplak çocuk şu büyük türk şairi ben
-ve emir 'kun' diyor; doğuruluyorum-
'bu ülke'den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.
bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim ilk dildar tohum ekecek sözüme yoksa ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa ellerini tutarım ki kudurtucudur.ellerin bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.
ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim lazım gelen gülleri göğsüme gömerek birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim bunu daha çok küçükken bir film de görmüştüm!
ah laikse aşkımız biter elbet bir kış baharyaz günü gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma bir çınar gövdesini bir hamle daha yarar üç içbükey komodin silah çeker vurulur sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar. beynime düşer infilak eder
ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum olma. yokluğun bulunmaman bedenime lacivert lavlar akıtır. nasıl çekip gitmiş bir şaman çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok benim gibi sonsuz bir at hiç koşmuyorken de attır.
biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum yeniden dünyaya gelsem yeniden seni severim
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum. adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum hakiki cinayetler işleniyor görüyorum isa görüyor şeyhim görüyor ben görüyorum ben sana düzenli olarak telefon ediyorum
mıknatıssız bir pusula olarak

Ah Muhsin Ünlü

Şair Hakkında: " Ah Muhsin Ünlü " aslında hepimizin yakından tanıdığı Onur Ünlü'nün bizzat kendisidir. Onur Ünlü 1993-1998 yılları arasında birçok şiirini Ah Muhsin Ünlü mahlasıyla yazmıştır. Bu şiirleri " Gidiyorum Bu " adlı kitabında bir araya getirmiştir. Bu mahlasta geçen " Muhsin " Onur Ünlü'nün oyuncak kedisinin adıdır. " Ah " ise bildiğimiz nida olan "ah."

1 Şubat 2016 Pazartesi

HUZURLA

Huzurla


Tut ki bu günde gelmeyecek !
Ne kaybedersin ?
Kendi içine yolculuk yapmayan insan,
Kimseyi gerçekten tanıyamaz bilmez misin ?
Hem aklında bulunsun;
Hayat mutlaka kanatlarını kıracaktır.
İşte o vakit artık mutluluktan uçamadığını kabullenecek,
Ama asla pes etmeyeceksin.
Düştüğün yerden kalkacak,
Bu kez de mutluluk için hayallerinin peşinden koşacaksın.
Sonra yeni yaralar acı acı çalacak kapını,
Açmayacaksın!
Madem doğruya giden yol değilsin,
Sana doğru gelenlere yol olacaksın.
Hem hafta yediye ayrılır en güzeli de Cuma.
Kim bilir beklediğin belki de bir Cuma vakti gelir sana,
Hem şükürle,
Hem huzurla..

Sabri Özel

AŞK BİTTİ

Aşk Bitti
                    

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da 
      Uzun bir hastalık gibi 
      Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi 
      Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı 
      Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi 
Bitti. 

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da 

Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi 
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır 
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım 
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim 
Belki bir yağmur yağar akşama doğru 
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım 

Aşk da bitti diyordu ya bir şair 
Aşk bitti işte tam da öyle 
            

Ahmet TELLİ

31 Ocak 2016 Pazar

AY KARANLIK

    Ay Karanlık
    Maviye     Maviye çalar  gözlerin,     Yangın mavisine     Rüzgarda asi,     Körsem,     Senden gayrısına yoksam,            Bozuksam,     Can benim, düş benim,     Ellere nesi?     Hadi gel,     Ay karanlık...     İtten aç,     Yılandan çıplak,     Vurgun ve bela     Gelip durmuşsam kapına     Var mı ki doymazlığım?     İlle  de ille     Sevmelerim,     Sevmelerim gibisi?     Oturmuş yazıcılar     Fermanım yazar     N'olur gel,     Ay karanlık...     Dört yanım puşt zulası,     Dost yüzlü,     Dost gülücüklü     Cıgaramdan yanar.     Alnım öperler,     Suskun, hayın, çıyansı.     Dört yanım puşt zulası,     Dönerim dönerim çıkmaz.     En leylim  gecede ölesim tutmuş,     Etme gel,     Ay karanlık...                            Ahmed ARİF

GİDİYORUM

Gidiyorum

Kendimi bildim bileli gidiyorum Boyuma bosuma bakmadan gidiyorum Hiç kimse demiyor ki -gitme Annem bu kez demiyor ki -oğlum gitme
Bir yerlerim kanıyor acı bile değil Durmak ölmekse eğer gitmek ne
Ey her halini sevdiğim gençliğim Sigaramı çakmağımı unutur gibi Sağda solda unutuyorum seni
Bir sıcaklığı kalıyor ellerimin Gidiyorum orta yaşa doğru
Rakı içmeye gidiyorum sık sık Hiç hayır demiyorum hüzne kedere
Bir kadın geçiyor önümden Durduğu yere iskele kurulur Tutup onu sevmeye gidiyorum
Ben dursam da aklım gidiyor Bir yalan ötekine gidiyor
Ey kalbimin uslanmaz vapuru Kendine uygun bir iskele bul Gidişin orta yaşa doğru
Açıyorum çantasını kadının Neresine baksam İstanbul

Nevzat Çelik

SEVDA KALICIDIR

Sevda Kalıcıdır



Kayboldum
Bir köpeğin çocuğu beklediği gibi
Hasretle kamaşık yüreği

Kayboldum
Bağırırlar,seslerini yankısı dönmez geri
Dönemez bir türlü

Kayboldum
Herkesin adı okunur,düşmüştür onunki

Kayboldum
Yıllarca beraber uyumak uyanmak
Suya ve ekmeğe uzanmak birlikte
Tartışmak,küsüşmek,sevişmek
Ama sevda nerde sevda nerde

Kayboldum
Kimilere göre hüzündü kimilere nostalji
Kimler tutkun idi kimler unuttu

Siz hepiniz ölüleri ve mezarları seversiniz
Çoğa sürmez bir gün bende beklerim


29 Ocak 2016 Cuma

TEK HECE (AŞK)

                                                                  Tek Hece (Aşk)

                                                                       
   

Var mı beni içinizde tanıyan
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim
Kalmasa da şöhretimi duymayan
Kimliğimi tarif etmek zor benim
Bülbül benim lisanımla ötüştü
Bir gül için can evinden tutuştu

Yüreğine Toroslar’ dan çığ düştü
Yangınımı söndürmedi kar benim
Niceler sultandı, kraldı, şahtı
Benimle değişti talihi, bahtı

Yerle bir eyledim tac ile tahtı
Akıl almaz hünerlerim var benim
Kamil iken cahil ettim alimi
Vahşi iken yahşi ettim zalimi

Yavuz iken zebun ettim Selimi
Her oyunu bozan gizli zor benim
Yeryüzünde ben ürettim veremi
Lokman Hekim bulamadı çaremi
Aslı için kül eyledim Keremi
İbrahim’in atıldığı kor benim
Sebep bazı Leyla bazı Şirindi
Hatırım için yüce dağlar delindi
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim
İlahimle Mevlana’yı döndürdüm
Yunusumla öfkeleri dindirdim
Günahımla çok ocaklar söndürdüm
Mevladanım hayır benim, şer benim


Benim için yaradıldı Muhammed
Benim için yağdırıldı o rahmet
Evliyanın sözündeki muhabbet
Enbiyanın yüzündeki nur benim
Kimsesizim hısmım da yok hasmımda
Görünmezim cismimde yok resmimde

Dil üzmezim tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim
BENİM ADIM AŞK !
Cemal Safi


SANA BAKMAK

Sana Bakmak

Her şey yapılabilir 
Bir beyaz kağıtla 
Uçak örneğin uçurtma mesela 
Altına konabilir 
Bir ayağı ötekilerden kısa olduğu için 
Sallanan bir masanın 
Veya şiir yazılabilir 
Süresi ötekilerden kısa 
Bir ömür üzerine 
Bir beyaz kağıda 
Her şey yazılabilir 
Senin dışında 
Güzelliğine benzetme bulmak zor 
Sen iyisi mi sana benzemeye çalışan 
Her şeyden 
Bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor 
Belki tabiattadır çaresi 
Senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin 
Ve benim 
Bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim 
Anlarım bitkiden filan ama anlatamam 
Toprağın güneşle konuşmasını 
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla 

Sen bana ışık ver yeter 
Bende filiz çok 
Köklerim içimde gizlidir 
Gelen giden açan soran bere budak yok 

Bir şiir istersin 
İçinde benzetmeler olan 
Kusura bakma sevgilim 
Heybemde sana benzeyecek kadar 
Güzel bir şey yok. 
Uzun bir yoldan gelen 
Tedariksiz katıksız bir yolcuyum 
Yaralı yarasız sevdalardan geçtim 
Koynumda bir beyaz kağıt boşluğu 
Her seyı anlattım 
Olan olmayan acıtan sancıtan 
Bilsem ki sana varmak içindi 
Bütün mola sancıları 
Bütün stabilize arkadaşlıklar 
Daha hızlı koşardım 
Sever adım gelirdim 
Gözlerinin mercan maviliğine 
Sana bakmak 
Suya bakmaktır 
Sana bakmak 
Bir mucizeyi anlamaktır 
Sana sola bakmadan yürüdüğüm 
Yollar tanıktır 
Aşk sorgusunda şahanem 
Yalnız kelepçeler sanıktır 
Ne yazsam olmuyor 
Çünkü bilenler hatırlar 
Hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar 
Bahçıvanlar değil tüccarlardır 
Sen öyle göz 
Sen öyle toprak ve güneş ortaklığı 
Sen teninde cennet kayganlığı iken 
Sana şiir yazmak ahmaklıktır 

Bir tek söz kalır 
Dişlerimin arasından 
Ben sana gülüm derim 
Gülün ömrü uzamaya başlar 
Verdiğim bütün sözler 
Sende kalsın isterim 
Ben sana gülüm derim 
Gül sana benzediği için ölümsüz 
Yazdığım bütün şiirler 
Sana başlayan bir kitap için önsöz 
Sana bakmak 
Bir beyaz kağıda bakmaktır 
Her şey olmaya hazır 
Sana bakmak 
Suya bakmaktır 
Gördüğün suretten utanmak 
Sana bakmak 
Bütün rastlantıları reddedip 
Bir mucizeyi anlamaktır 
Sana bakmak 
Allah'a inanmaktır .

Yılmaz Erdoğan